12 Nisan 2014 Cumartesi

Makale: Manics ve Richey Meselesi

27 yıl, 12.si yolda olmak üzere 11 stüdyo albümü, 43 single. Yükselişler, düşüşler. Punk, britpop. Asilik, skandallar. Manic Street Preachers’ın tarihinde kayda değer anların sayısı bol. Hepsi bu yazıya sığar mı, sığmaz. O halde işte size Richey Edwards’lı dönemlerini yaşayan Manics’ın mütevazı bir portresi…
1991 yılında, Galler’den gelme dört sitüasyonist punk, eleştirmenlerin merakını üstlerinde toplamayı başarmıştı. Hazırladıkları ilk stüdyo albümlerinin tüm zamanların en harika rock albümü olduğunu, tüm dünyada 16 milyon civarında satacağını ve satışlar bu rakama ulaşır ulaşmaz grubu dağıtacaklarını öngörüyorlardı. Ve kısa bir süre sonra Generation Terrorists piyasaya sürüldü. Gerçekten harika eleştiriler toplamasına rağmen, albümün hasılatı tam bir hüsrandı ve grubun çalışmaları devam etti. İşte böylelikle tüm zamanların en ilginç müzik yolculuklarından biri başlamış oldu…
1990’dan beri grubun menajeri olan Martin Hall anlatıyor: “Kardeşim Philip (kendisi 1990’da hayatını kaybedene dek grubun menajeriydi) ve ben Manics’in bir provasını izlemeye gittik ve gördüğüm ilk şey, bas gitarıyla kafasını yarmış, kanlar içinde bir Nicky Wire oldu. Öte yandan Richey bize utangaç gülümsemesiyle ‘çay içmek ister misiniz?’ diye sordu. Ondan sonra grupla birlikte yemeğe gittik ve nihayetinde Philip planlarının ne kadar güçlü olduğunu gördü.”
Her şey, nevi şahsına münhasır bir kişilik olan filozof ruhlu Richey Edwards’ın, arkadaşları Nicholas Jones (ya da bilinen adıyla Nicky Wire), James Dean Bradfield ve Sean Moore’un kurduğu gruba dahil olmasıyla (1988) başladı.
Richey, hayatla ilgili büyük planları olan ama aynı zamanda ruhsal sıkıntılardan geçen bir entellektüeldi. Grubun gitaristi olarak çalma yeteneği sınırlıydı, hatta yoktu. Konserlerde çalıyormuş gibi yapıyordu sadece. Buna rağmen, 1995’e kadar grubun her hareketini yönlendiren yaratıcı beyin de kendisiydi.
Gazeteci John Robb anlatıyor: “Grup ilk kez bir derginin kapağında yer aldığında (1991) onlarla röportaj yapmak bana düştü. Konuşmanın çoğunu yapan, en hassas noktalara değinen Richey idi. Gençti, iyi görünümlüydü, müziğe aç klasik bir rocker’dı.  Çok satmakla ilgili endişeleri yoktu, büyük düşünüyordu.”
Richey University of Wales’ı politik tarihten iyi bir dereceyle bitirmişti ve değişik düşünürlerin eserlerini okumuştu. Bu durum yazdığı şarkı sözlerine fazlasıyla yansıyordu. Cesurdu, açıksözlüydü, dünya ve insanlık meselelerinden iyi anlıyordu. Ve elbette bu yüzden öyle mutlu mesut yaşayan bir insan değildi. Depresif halleri bir süre sonra öne çıkmaya başladı ve kendine de bol bol zarar verdi.
Gazeteci Pete Paphides anlatıyor: “Aramızdaki yakınlık 93-94 yılları civarında gelişti, ve o sıkıntılı döneminde bile son derece sıcak ve dostcanlısıydı. Bilgisi beni korkutuyordu. O korku bende asla tam anlamıyla silinmedi. Çok iyi bir dinleyiciydi; ama ona söylerseniz söyleyin, o zaten bu bilgiyi önceden biliyordu sanki. Varlığı çok güçlüydü. Onu tanıyan herkes ya onu severdi ya da ne yapıp edip onu etkilemeye çabalardı.”
Mayıs 1994’te, Bangkok’ta bir basın toplantısına katılan grup üyelerine, bir gazeteci “ne kadar sahici bir grup oldukları” sorusunu yöneltti. Bu soruya çok içerleyen Richey kısa süre sonra kendi göğsüne jiletle “4REAL” yazısını kazıdı. Kaldırıldığı hastanede bu davranışını şöyle açıklayacaktı: “Bir şey canımı sıktığında kendimi yaralıyorum ve o an bütün o sıkıntılar fazlasıyla anlamsız geliyor. Başka insanlar bir söze bozulduklarında şiddete başvuruyorlar. Çok maço bir davranış bu… Asla yapamam.”
Richey’nin yaşadığı başka ruhsal çöküntüler de vardı. 1994 yılının ortalarında yemiyor, içmiyor, nadiren sohbetlere katılıyordu, inzivaya çekilmişti. Temmuz 1994’te bir intihar girişimine kalktığından şüphelenilince psikiyatrik bir hastanede tedavi görmeye başladı. Paphides o günleri şöyle anlatıyor: “Ona zevk alabileceği bir şeyin olması gerektiğini söyledim. Şöyle bir düşündü ve dedi ki, ‘Bir dergi alabilir ve resimlere bakıp eğlenebilirim… Ama bu sadece bir dakika sürer.’  O anki psikolojisinden kaymamaya niyetliydi sanki.”
Ağustos 1994’te grubun 3. stüdyo albümü The Holy Bible yayınlandı, ki günümüzde de birçok eleştirmen tarafından bir başyapıt olarak kabul edilir. Önceki iki albüm gibi, bu kayıtta da neredeyse bütün şarkı sözleri Richey’e aitti ve içerik olarak daha önceki bütün çalışmalarından daha görkemliydi. O psikoloji bütün şarkılarda etkisini gösteriyordu. İşte tam bu dönemde Richey her zamankinden de fazla içine kapandı.
Grubun bazı albümlerinin prodüktörlüğünü üstlenen Dave Eringa anlatıyor: “Richey’nin son günlerinde grubun içindeki tansiyon düşmüş gibiydi. Bu konuda köşeyi döndüklerini düşündüm. Yeni kayıtlarla uğraştık, Richey’nin en sevdiği filmlerden Equus’u izledik.”
Ve en sonunda olanlar oldu. Şubat 1995’te Manics’in Amerika turnesinin arifesinde, Richey arkadaşlarıyla Londra’da kaldığı Embassy Hotel’i arkadaşlarına haber vermeden terk etti. Kimsenin nereye gittiği hakkında bir fikri yoktu. Polis çağırıldı, aramalar başladı. Richey’nin arabasının, intihar edenlerin gözden mekanı Severn Köprüsü’nün yakınlarında bulunması herkesi korkuttu. Günler aylar oldu, aylar ise yıllar… Ve Richey o gün bugündür asla bulunamadı. Kaybolduğunda 27 yaşındaydı.
Bu grup üyeleri için ciddi bir şoktu. Turnenin geri kalanı iptal edildi. Bundan sonra ne yapacakları belirsizdi. Sonunda Richey’nin ebeveynlerinin de onayını alarak kariyerlerine 3 kişi devam etme kararını aldılar. Zaman içinde Richey’yi canlı gördüğünü, hatta onunla ayaküstü sohbet ettiğini iddia eden bazı insanlar ortaya çıktı. Hatta bir kişi yıllar sonra Richey’yi turistik bir ada olan Goa’da gördüğünü söyledi. Ama bu iddiaların hiçbiri kanıtlanamadı ve 2008’de Richey James Edwards resmi olarak “ölü kabul edilmiş” oldu. 2009’da grup üyeleri onun arkasında bıraktığı şarkı sözlerini toplayıp Journal for Plague Lovers adlı albümde kullandılar.
Sonsöz olarak, Martin Hall’un şu söylediklerini alıntılamak kafi: “Bugün Richey’i düşündüğümde, kardeşim Philip’i de düşünüyorum, çünkü kardeşimin ölümü ve Richey’nin kaybolması birbiriyle art arda gerçekleşti sayılır. Yaşadığına dair iddialar doğru mu, şu an Goa’da bir sahilde oturmuş, akustik gitarını çalıyor olabilir mi, onu bilemiyorum. Bunu düşleyemiyorum. Gerçi zaman zaman Richey’nin düşlerime konuk olduğu doğru: Bu düşlerin çoğunda, Richey Manics’in bir konserinde ansızın sahneye çıkıveriyor ve ‘Selam millet, işte buradayım!’ diyor. Ondan beklediğiniz her şeyi karşılar bir biçimde… En iyi perfonmansında.”

(13 Ekim 2013 tarihli yazımdır. Yayınlamak bugüne kaldı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder